Gündelik hayatın rutininden kaçma çabası gibi algılasam da zaman zaman, her güne bir anlam atfetmenin, alelade bir cümleye büyük anlamlar yüklemek gibi bir duygusallık olduğunu düşünüyorum. Bu daha çok ölüm yıldönümleri için oluyor ülkemizde. Evet, yakalandım! Konuyu döndürüp dolaştırıp Nâzım’ın ölüm yıldönümünde anılmasına ve “Neden ölüm yıldönümünde anıyoruz” sorusuna getirip düğümleyeceğim. Cidden ama, felsefenin bir araştırma konusu, genel geçer bir korku öğesi olan ölümün, bunca büyük bir mit haline getirilmesini anlamlı bulmuyorum. Örneğin neden doğum gününde değil de ölüm yıldönümünde anıyoruz topluma ya da insanlığa mal olmuş şahısları? Yas toplumu olduğumuzdan mı kaynaklanıyor, nedir?
Demem o ki kör ölünce badem gözlü olmasın artık, ne olur hayattayken anlayalım ve takdir edelim artık. Yoksa bu yazı yazılırken yapıldığı gibi bir bardak icetea eşliğinde (neden icetea?) bir şiiriyle sessiz sedasız anılabilir Nâzım. Tıpkı 2013’te Roma’da bir otel odasında yaptığım gibi…
030615/eskişehir